27 Haziran 2012 Çarşamba

Küçük dostum süt mısırı

Burnunuzun bir kokuyu unuttuğunu bilir misiniz hiç? Ben bilmem. Ne kadar yıl geçmiş olursa olsun bir kere yer etmişse bir koku, burnunuzu kesmedikleri sürece köşede bir yerde durup çıkmayı bekler. Bir gün olmadık bir yerde, aklınız çok da başka yerlerdeyken buluverir sizi. Şaşırtma pahasına.

Ben de az önce yine küçükken yazlıkta, yan sitede gün batımında insanı kendine sürükleyen o süt mısırı kokusunu çektim bir güzel içime. Her yaz geldiğinde sokağa dökülen mısırcıların beni götürdüğü yer orasıdır. Yalova'nın artık var olmayan yadigar sitesi. Mısırcı amca her akşam kurar tezgahını, başlar sıra sıra dağıtmaya leziz mısırlarını. Sırf ben değil, herkes yanından geçerken bir durur, gidenler geri döner. 'Bir tane versene' deyip yumulur küçük sarı tanelere. Tadına doyum olmaz. Yedikçe yiyesi gelir insanın. Taneler tüm dişlerinin arasına hücum etse de da hiç oralı olmazsın, kemirirsin tüm koçanı. Hatta mısır taneleri bittikten sonra bile kemirmeye devam edersin. Tuzlu, sulu tadı dibine de geçmiştır. Ve belki en tatlı yerini sona, koçanın dibine bırakmıştır. Doyar ve mutlu olursun.

Süt mısırı deyip geçmeyin işte, bir duygu yoğunluğu o benim için. Kokusundan başlar, alır götürür beni o pazar yerinin köşesine, Yalova'nın eşsiz gün batımıyla ağzımdaki tadı yayılır her yerime. O keyifli dakikalarda bir gider gelirim o zamanlara, o mekana. Ta ki bitene kadar. Mısır bitip de kokusu da dağılınca dönerim yerime. Keyifliyimdir. Şimdi olduğum gibi. Teşekkürler küçük dostuma. Pek güzel afiyet oldu bana...

10 Haziran 2012 Pazar

Bendeki haziran



Hani geçen yazılarımın birinde sezon başlangıcı timsali havadaki leylekten bahsetmiştim. Geçen günlerde bize uğradı, gagasıyla bizi dürtmeye başladı. Dürtme dedik, şimdi olmaz, işimiz var haftaya. Yok, o bizi dinlemedi. İlle de bizi götürecekmiş bir yerlere, gitti, işlerimizi düzenledi, geri geldi. Biz de tutunduk kanatlarına istikametine uyduk, geldik Alanya'ya...

Kulağa keyifli geliyor değil mi? Böylesi bir leylek insanın en iyi arkadaşı olmaya rakip. Bir de gerçek olsaydı...

Haziran güneşi tepemde bugün. Kaşlarım çatılıyor istemsiz, kısılıyor gözlerim. Ama renklerin güzelliğini de kaçırmıyorum. Tek çelişkim denizin rengi. Mavi mi yoksa yeşil mi? Emin değilim, turkuaz deyip tatmin olabilirim. Yeter ki şu ayaklarımı yakan kum silinsin ayak tabanlarımdan. Yanlış anlamasın kumlar, serin olduklarında üzerlerinde yürümenin tadı şeker gibi. Kıyıda bir tur atmak rahatlattı mesela. Sonra güneşlenmeye geçiş halinde yine problem çıkardılar ama. Ben de köşedeki ufak hortumla onları özgürlüklerine kavuşturdum az önce. Sonra ayaklarımın temiz olmasının verdiği rahatlığı hafif rüzgarın esintisiyle birleştirdim, huzurun kelime anlamını damarlarımda hissettim. Sözlükte yazandan daha güzel bir his, test ettim, onayladım. Huzuru hissederken alttan alttan açlık seslenmeye başladı. Onu da mutlu edecek bir şeyler yapmak üzere yemek alanına yöneldim. Biraz ondan, biraz bundan, biraz da şundan. Hafifliğimi bozmamak için çok da yüklenmedim, aklıma sağlık. Midemdeki hafiflik bunaltmadı beni, gururluyum ve tokum. Bunları paylaşmadan da olmazdı. Paylaştıkça artan tadların arasına katmak üzere tuşları aracı belledim, üzerlerine bastıkça bastım. Az önceki depremcik heyecanı da farklı bir tad katmadı değil hani. Aman, tekrarı olmasın, ağzımın tadı bozulmasın.



7 Haziran 2012 Perşembe

İdi...

Eskidendi bazı şeyler. Her sene yeni okul dönemine başlarken yazın geleceğini bilirdik, onun için geçerdi zaman. Bazen çok yavaş geçerdi, 'ah bir geçse şu dakikalar' dedirtirdi, ama geçer giderdi her defasında. Her defasında gelirdi yaz, ışıl ışıl. Günleri sayardık okul bitsin diye. 'Bu hafta değil, sonraki hafta değil ondan sonraki hafta tatilizzzz' çığlıklarıyla heyecanlanırdık. Sonra gelirdi yaz, bir amacı vardı onun. Hepimize irili ufaklı tatiller getirirdi. Aile seyahatlerini, yazlık seferlerini dağıtırdı sırayla. Giderdik. Her yaz, kocaman, upuzun geçen kışı, gözlerimiz kamaşırken anlatırdık geçen yaz aynı yerde bıraktığımız dostlarımıza. Ne kadar boşuna canımızı sıktığımızı duyardık kahkahalarımızda. Ilık rüzgar alır götürürdü onları, bakmazdık bile arkalarından...

Bir de bir kalıcılığı yok muydu, en sevdiğim tarafı oydu işte. Bir geldi mi, kolay kolay gitmezdi. 'Her güzel şey bir gün biter' kalıbını yıkardı. O, bizim mutluluğumuzu paylaştıkça paylaşırdı. Ta ki sıkılana kadar. Ta ki, 'bugün de çıkmasak dışarı' deyişlerimize kadar. Sıkılmak bile güzeldi o yazlardan...

'İdi...', o yazlar. Geçtiler, ve gittiler... Şimdi kalıcılığı yok. 'Sonunda tatildeyiz' derken bile bitişi gözüküyor. Başlamaya korkuyor insan. Bir başladı mı, durmuyor sonra. Bir akıyor, üç gidiyor...

Yine de değişmem hiçbir şeye. Hala sıcak, hala güneşli, hala hareketli, eğlenceli. Başka bir nesilde tembellik etse de uzun uzun, köşesinden tırtıklamak da insanın ağzını tatlandırıyor. Tadı damağında kalıyor ama, o mutlu eden lezzeti alıyorsun, gülümsüyorsun.

Ağzınızın tadı deminde, yazınızın keyfi yerinde olsun. Bol hediyeli yazlara olsun...